25 Şubat 2013 Pazartesi

güneşli pazartesiye-6...neyin savaşı?

25 Şubat 2013 Pazartesi 1

iki yılım geçti...karşımda herekol dağı...çok daldım gittim ona bakarak...tabii en yakın yerleşim yerinin size düşman dediklerinizden daha uzak olduğu yerde iseniz orada olmanızın nedenini sorgulama hakkınızı da kendinizde buluyorsunuz...2006'da dizlerim titreyerek gittiğim siirtten 2008'de kalbimin bir parçasını orada bırakarak döndüm...

anlatacak çok hikaye var, söylenecek çok çok şeyler var...

aslında sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek başlayabilirim...

izlediğim bir belegeselde bir yazar sorunu nasıl çözeriz diye sorduklarında;

"karşılıklı birbirimizin acısını anladıkça" demişti...

acıyı anlamaya çalıştım, sebebini bulmaya çalıştım hep...vardığım noktada bir çok sebep buldum...buradan paylaşamayacağım bir sürü sebep...

bunca sebebin arasına sıkışmış sonucun sonunda kimler var onları gördüm, görüyorum...İNSAN...

doğulular,kuzeyliler,batılılar,güneyliler... hepsi mağdur hepsi İNSAN...

gelin benim anamı, onun anasını, benim evladımı, onun evladını,bu sebeplerin oyuncağı etmeyin...

gelin size 37 ekran içinde gösterilenlerin esiri olmayın...

gelin size öğretilen-dayatılan sebeplere inanmayın...

gidin o üzerine saatlerce nutuk atabildiğiniz, kolayca harcayabildiğiniz, vazgecebildiginizin insanların hallerini yerinde görün..

gidin oğlunu güneydoğuya göndermiş bir annenin bir gününe şahit olun..

yalnızca bir an öteki olun...



evet kuyruk acısı evlat acısı birbirine karıştı...evet kim sap kim saman anlamak çok zor...

ama söz konusu insan ise gerisi teferruat değil midir?...

güneşli pazartesiler...

23 Şubat 2013 Cumartesi

kelebeğin hikayesi...

23 Şubat 2013 Cumartesi 1
aslında her hikayeci ölümü arar..bir sona ihtiyacı vardır...

sonun ölüm olduğu kelebeğin rüyası...yine bir yol hikayesi...

bir taraftan kaybedenlerin, bir taraftan aslında kazanmışların hikayesi...

iki şair iki dost, 1940ların türkiyesi...

aslında ne çok şeye sahibiz de farkında değilizin hikayesi..

hesapsız kitapsız dostluğun hikayesi...

çıkışta yarattığı tokat etkisi...

aşk bahanesidir şiirin..aslolan şiirin hikayesi...

daha kelebeği rüyasından uyanmayanlar için...

18 Şubat 2013 Pazartesi

güneşli pazartesiye-5...yeni şeylere...

18 Şubat 2013 Pazartesi 1
dün sabah karar verdim..bu hafta aklın yeni sınırlarını yazacağım dedim..haftaiçi bitirdiğim daniel fink'in kitabı...

standart bir yazı olmasından korkarken dün sabahtan beri olan sohbetler, izlediklerim vb. bambaşka yerlere gittim yazmaya başlarken...

yazar kitabında der ki;  gelin artık yeni şeyler konusalım... endüstri çağını yaşadık, sonra bilgi çağına geçtik, onun de sonuna geliyoruz..yeni çağımızın adı kavram çağı...

geçişin sebebini üç başlıkta topluyor : her şeyin ulaşılabilir ve fazlaca oldugu bolluk dünyası; gün geçtikçe çoğalan otomasyon; beyin ve iş gücü asyalılar..(ırkçı bir söylem olarak algılanmasın, söylemek istediği şey şirketlerin sizin işinizi sizin yaptığınızdan daha ucuza mal etme şansı anlamında asyalılar..)

değişimin neresindeyizi düşünürken dünkü dost ortamındaki bir sohbete gittim...öyle bir döngünün içerisine sokuluyoruz ki ( toplumun bireyi yönlendirmesi..) bırak neresinde olduğumuzu düşünebilmeyi farkına bile varamıyoruz birey olduğumuzun...şimdi anlıyorum ki aslında bu bilgi çağının sonunda modernitenin son çırpınışları... :)

farkına varamadığımız bu değişim aslında o kadar burnumuzun dibinde ki onu da bu akşam izlediğim Samsara filminde gördüm...aslında bir belgesel.. dünyanın 25 ülkesinde çekilmiş doğa olaylarının, insan manzaralarının oldugu karelerden oluşan tokat gibi... bolluk, yokluk, otomasyon, ucuz iş gücü, doğa, insanın yeri, merkezinde sandığımız ama gün geçtikçe uzaklaştırıldığımız hayatımız...

farkına varmamız ve adım atmamız için altı duyu öneriyor bize yazar...

tasarım : sadece işlevselliği öne çıkarmak değil tasarımın önemini bilmek ve tasarım gözüyle bakmak.
öykü : sadece savları olduğu gibi ortaya koymak değil öykü ile zenginleştirmek.
senfoni : sadece tek bir şeye odaklanmak değil senfoniyi yakalaybilmek..
empati : sadece mantığın dediğini yapmak değil ötekiyi de anlamak..
oyun : sadece ciddiyet değil biraz da oyun :)
anlam : sadece birikim değil, parçannın bütününü görebilmek, anlamı bulabilmek...

ben neyim ki demeyin : dayatılan hayatı değil de yarattığınız hayatı yaşamayı istemekle başlayacak gibi bir şeyler..

değişime şans verdiğiniz, bir şeyleri farklı yapabildiğiniz bir hafta olsun :)

güneşli pazartesiler..


11 Şubat 2013 Pazartesi

güneşli pazartesiye-4...sevgili mi? o işte...

11 Şubat 2013 Pazartesi 0


malum önümüz sevgililer günü, şöyle dedim kendimce sevgiyi, sevgiliyi anlatayım...

99 yılı lisenin sonları..en sevdiğim mevsim yaz...aliağada aşık oldum...daha ne oldugunu anlamadan, sen elmayı seviyorsun da bakalım elma ne diyor bu duruma diyemeden kamp süresi bitti ve evlere döndük...

nasıl bir hayatımız varsa demek ki o sıralar eve gitmemizle başka bir tatil için evden çıkmamız bir oldu... 

her sey dahil diye bi şey girmiş hayatımıza, ailece otele gidiyoruz ama ben hiç mi hiç istemiyorum... yüreğim yerine sığmıyor.. benim cep telefonum vardı sanırım ama onda yok...(asiydik o sıralar cep telefonu da neymiş :)).. merak ediyorum, görmek istiyorum imkan yok, sesini duymak istiyorum o da yok..

kötü bir wolkmen, kulagımda cızırtılı bir kulaklık, fonda gayret et güzelim..."Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar,Yanlış bir öyküdeyim beni yeniden yaz"... yoldayız...

otele varıyoruz; havuz, deniz, kum, dondurma, sonsuz yemek içmek.. gözümde değil..bir dünya içimde.. anlatmalıyım ona...sesini duymalıyım..

akşam yemeğinden sonra odaya attım kendimi, çaresiz kitap okuyorum, oruc aruoba ile yeni tanışmışım, "hani"'elimde...öyle kaptırmışım ki kendimi bir süre sonra sesli okumaya başladığımı farkettim... bitirdiğimde sadece otel odasındaki telefonu çevirdiğimi ve ona kitabı okumaya başladığımı hatırlıyorum...

"Hani çiçekler vardır-sanırsın,hep tomurcuk kalacaklar(öylesine uzun sürmüştür ki gelişmeleri,serpilmeleri,olgunlaşmaları);oysa,gün gelir,inanamadığın bir hızla,pırıl pırıl açıverirler ya-işte,öyle:birdenbire geliverir yaşamının anlamı." diye başladım...

hem okuyorum,hem oynuyorum..sahnedeyim...

"Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
O, işte..." diye devam ediyorum...


bir iki paragraf okuyup bitirmeyi düşünürken bir saat geçtikten sonra kitabın tamamını okudugumu farkettim, arada telefonun ucunda kaldı mı bilmiyorum..( çoğu arkadaşıma göre hayır,bence evet :)) 

bana ne söylediğini nasıl kapattığımızı da hatırlamıyorum..lakin hatırladığım yanağımda hissettiğim nefes..


siz de telefonda konustugunuzda nefesini yanağınızda hissediyor musunuz, konuşmadan da anlaşabiliyor musunuz...o, işte..

sizsiz de olabilecekken sizin ile olmayı seçen sevgililerin haftası olsun...

güneşli pazartesiler....

3 Şubat 2013 Pazar

güneşli pazartesiye-3...iyi fikirdir...

3 Şubat 2013 Pazar 0

yazacağım dedim lakin bilgisayarın karşısına geçince zorlanmaya başladım..tehlikeli bir alan yazmak istediğim şey... umarım altından kalkabilirim :)

çarşamba akşamı izledim pi'nin yaşamını...filmden çok etkilenmemiştim ilk çıktıgımda, bir süre sonra parçalar oturmaya başladı... son bir kaç haftadır üzerine kafa yorduğum konuyla da paralellik gösterince de bu haftanın konusu tanrı oldu...

konuşmaktan hatta düşünmekten korktugumuz bir şeyin hayatımızdaki yeri herhalde daha güzel anlatılamazdı dedim sonradan...

kendimizi biraz güçlü hissettiğimizde inkar ederiz (lise yıllarım :) en güçsüz anlarımızda yalvarırcasına sığınırız (lise yıllarım :) zaman zaman şüphe ederiz, zaman zaman şüphe edenin aklından şüphe ederiz..günün sonunda da görürürüz ki hiç vazgeçemeyiz...

bu kadar inancın hatta inançsızlığın olduğu dünyada ortak payda bunun bir ihtiyac olduğu...

geçen hafta okuduğum bi köşe yazısında güzel bir cümle yakaladım.
Voltaire, 200 yıl önce şöyle demişti:  “Allah olmasaydı bile, onu icat etmek gerekirdi...”

işte bence asıl şey bundan sonra başlıyor. peki biz bu inancı* nasıl kullanıyoruz... gerçekten varlığımızı pekiştiren ve kolaylaştıran bir şey olarak mı, yoksa sadece şekil mi ya da sadece ihityacımız olduğunda mı akla geliyor...

en korktugum kitle şekil olarak kullananlar ki siz bu kümeyi çok iyi tanıyorsunuz anlatmaya gerek yok..

ihtiyac anında kullanan da bir kesim mevcut ki ben de bir zamanlar bu kümede idim..

işte filmde anlatılan inanç varlığınızı pekiştiren bir tanrı inancı..herkesin olma olasılığı daha yüksek ikinci hikayeyi dinledikten sonra ısrarla filmde geçen kaplanlı* birinci hikayeye inanmak istemesi de ondan..

ben de güç alanlardanım bir süredir.. film de üstüne geldi... bunları yazdırdı...

inandığınız şeyden ya da inançsızlığınızdan korktuğunuz değil onun içinizde yarattığı iyi histen mutlu olduğunuz bir hafta olsun...

güneşli pazartesiler...

*kaplan : filmde tanrı olarak imgeleştirilmişti ve hikayede kahraman Pi, normal şartlarda kendisini kayığa almama şansı varken aldı ve yaşadığı onca zorluğa rağmen kaplana senin sayende hayatta kaldım itirafında bulundu.
** burada kritik bir nokta tek doğrunun ya da gerçeğin sizin inandığınız tanrı olmadığını kabul etmeniz.. sizin gibi varlığını pekiştirmek için inanan bir çok hindu, budist, hristiyan, atesit var...unutmayalım..

1 Şubat 2013 Cuma

wristcutters a love story...bir yol hikayesi...

1 Şubat 2013 Cuma 0
aşk hikayesi olsun.. içinde yol olsun...daha ne isterim ki :)

bazı filmleri izlersiniz de bir şeyler olur içinizde, mutluluk desen değil, sevinç desen değil, adını koyamazsın ama iyi hissedersin kendini...böyle bir filmdi..

bu kadar abartılı yapımların yanında sadeliği, abartısızlığı ve insana dairliğiyle yüreğimde yer etti..

iki sahne : abisinin hayatın anlamını soran kardeşine attığı tokat .. esas oğlanın hayattaki kız arkadaşına "en azından denemiş olurdum" dediği sahne...etkilendim kendilerinden; tokat bana geldi sanki....

esas kız mikailin tabelalara açtığı savaşı ayrıca sevdim... (sHave us messiah :))

filmin şarkısı gogol bordello'dan...Through the roof 'n' underground filmin de güzel bi özeti aslında..


When there's a trap set up for you
In every corner of this town
And so you learn the only way to go is underground
When there's a trap set up for you
In every corner of your room
And so you learn the only way to go is through the roof

her sey bi yolculuk da yolu kim açıyor sahi?....
 
ŞEHRİN IŞIKLARI ◄Design by Pocket, BlogBulk Blogger Templates